Ortadoğu’nun Sessiz Çığlığı: İran ve İsrail Arasında Bitmeyen Satranç
Ortadoğu… Tarih boyunca medeniyetlerin doğduğu, kültürlerin harmanlandığı ve ne yazık ki savaşların eksik olmadığı coğrafya… Bu topraklar, bir türlü huzurla anılamıyor. Bunun başlıca sebeplerinden biri ise hiç şüphesiz İran ile İsrail arasındaki derin ve karmaşık gerilim.
İran ile İsrail arasındaki çatışma; bir toprak meselesinden değil, bir ideoloji, güvenlik ve güç meselesinden besleniyor. Biri, İslam Cumhuriyeti olarak devrimden aldığı motivasyonla bölgesel bir liderlik iddiasında. Diğeri, Batı’nın desteğiyle bölgedeki istikrarını ve varlığını tehdit altında gören bir güvenlik devleti.
Bu iki ülke, doğrudan cepheye çıkmadan birbirlerine karşı yıllardır dolaylı savaş yürütüyorlar. İsrail, Suriye’deki İran unsurlarını vuruyor. İran, Hizbullah üzerinden Lübnan’da, Husiler üzerinden Yemen’de, Şii milisler üzerinden Irak’ta, Gazze’de ise Hamas aracılığıyla mesaj gönderiyor. Her saldırı, başka bir saldırının işaret fişeği oluyor. Her ateşkes, bir sonraki fırtınanın sessiz bekleyişi…
Güç Mü, Güvensizlik Mi?
İran, kendisini Batı tarafından kuşatılmış, yalnız bir kale gibi görüyor. Bu yüzden nükleer programına sarılıyor, bölgesel vekil güçlerle etkisini artırmaya çalışıyor. İsrail ise bu durumu kendi varlığına yönelik açık bir tehdit olarak algılıyor. "İran, nükleer silaha sahip olursa, Tel Aviv bir gün yok edilebilir" korkusu, Tel Aviv’in sabah namazı gibi değişmeyen gündemi.
Peki bu denklemde kazanan kim?
Ne İran halkı ne İsrail halkı… Sadece çatışmadan beslenen silah tüccarları, propaganda aygıtları ve iktidarlarını tehdit algısı üzerinden güçlendiren yöneticiler.
Birbirine Düşman Doğan Nesiller
Ne yazık ki İran’da doğan bir çocuk daha konuşmayı öğrenmeden "Siyonizm"i bir düşman olarak tanıyor. İsrail’deki çocuk da Filistinli ya da İranlı dendiğinde gözünde bir tehdit beliriyor. Bu topraklar barış değil, korku ve öfke ile büyüyen nesillerin yükünü taşıyor.
Barış mümkün mü? Evet. Ama bunun için önce cesaret lazım. İran da İsrail de "güçlü görünme" zorunluluğundan sıyrılıp, "insan" olmanın onurunu hatırlamak zorunda. Tüm stratejilerin ve güvenlik senaryolarının ötesinde, bir annenin gözyaşı her yerde aynıdır. O gözyaşı Tahran’da da Tel Aviv’de de aynıdır. Ve hiçbir devlet, bu gözyaşının bedelini haklı gösteremez.
Sonuç: Barış Cesaret İster
İran ve İsrail, yeryüzünün iki güçlü zıt kutbu… Ama bu zıtlık, birbirini yok etme üzerine değil, birbirini tanıma üzerine kurulsa… Ortadoğu bir satranç tahtası olmaktan çıkar, çocukların oynadığı huzurlu bir bahçeye döner.
Barış, imkânsız değil. Ama ön yargılarla değil, cesaretle başlar.
0 Yorumlar